Hayatım çok bulanıktı. Kim samimi kim hakiki bilemiyordum. Ve kendime bahaneler üretiyordum. Yaralarımın hiç kapanmadığını, ölene kadar benimle birlikte yürüyeceklerini sanıyordum. Kendi kendime duvarlar örmüştüm, dayanmam gereken duvarlara hapis olmuştum. Ve debeliniyordum. Bunların doğal sonucu olarak amaçsızdım. Karaman oyunları etrafımda dönerken ben kırmızı tüylerimle sürüden ne kadar farklı olduğumu düşünüyordum. Umutsuzdum. Köprüden geçerken aşağıya bakıyor ve korkuyordum. Ve önüme bakmadığım için tökezliyordum. Çok isyan ettim, tanrıya, hayata en baştada kendime. “Neden” diyordum. Neden..? Çok geç kaldığımı sanıyordum. Ben hep ezilen, altta kalan olduğumu sanıyordum. Kendi kendimin canına kastetmiştim. Ağlaktım ama mutluktan değil. Yemem diyordum, artık gelmem oyuna. Hikayem çok uzundu. Anlatmak zaman alırdı, boşver bana kalsındı. Sonra farkettim, şükretmediğimi anladım aniden. Aslında geç kalmamış aksine erken bile gelmiştim. Gözümü açtım, etrafıma baktım, ayağa kalktım. Ve o köprüde düz yolda düşenleri gördüm. Ben sağlamdım ve kendi kendimi çelmeliyordum. Farkettim ki yüksekten aslında hiç korkmuyormuşum. Ve gerçek çarptı yüzüme, ben daha sağlamdım. Çünkü farkındaydım. Herşeyin, herkesin. Artık kalkma vaktiydi, yavaş yavaş o siyah tüylerimi döktüğümü, ve “boynum neden eğri?” diye düşünmemin boş olduğunu farkettim. Deve değildim, en başından beri biliyordum ama boynu eğik tek hayvanın Deve olmadığını anlamak bu kadar mı uzun sürmeliydi..? Kesinlikle evet. O kurduğum düşleri yaktım, ve dönüp bakmadım. Öteki ördeklerin bana baktıklarını gördüm. Ayağa kalktım, göz yaşımı sildim ve devam ettim. Köprünün sonunda zorlukları aşmaya hazırlanırken gördüm seni. Sen o köprüyü geçmiştin, düşe kalka. Yaraların kapanmıştı, ama çok fazla olmalarına rağmen hala dimdik ayaktaydın. Ama köprünün sonunda nereye gideceğini bilmiyordun. Yolu bana sordun, kendi yönümü tarif ettim sana. Ve koluma girdin. Korkularımın yersiz olduğunu anlattın bana. Ne kadar güçlü olduğumu gösterdin. Klişelerimden arındırdın, düşünce sistemimi değiştirdin. Ve destek oldun. Tökezlediğimde, düştümde hep elin oradaydı. Ve omuzun, o kokun. İçimdeki korkuyu gideren, bana içimde var olan cesareti daha da arttıdın. Yepyeni bir rota çizdirdin bana. Hayatta 3 şeye ihtiyacımız olduğunu senden öğrendim. Sevgi, İman ve Umut. Her zaman cebimde taşıdığım ama orda olduğunu unuttuğum Umut kutumu açtın. Yol uzundu ve vakit kısaydı. “O zaman yürüme vakti geldi” dedin kulağıma usulca. Ve göstedin tüm çakalları yolumdaki. Beni hançerlemek isteyenler ile cenge başladın ve hepsini yendin. “Yağmurdan sonra güneş çıkar” dedin. Ve açtı o güneş. Cemre düştü sonunda. Vakit ilkbahar vaktiydi, yola devam etmeliydi. Çok daha hazırlıklıyım artık fırtınalara, yere düşsem bile daha çabuk kalkarım artık. Eskisinden de güçlüyüm. Zor anımda yanımda olduğun için, düştüğümde kolundan tutuğun için, elimi tutup kalkmama yardım ettiğin için, çok geç olamadan beni uyandırdığın için, amaçlarımı sahiplenip amaçların yaptığın için, omuzlarımın yükünü hafiflettiğin için sana ne kadar teşekkür etsem az. Varlığını için, Varlığının verdiği huzur için çok ama çok teşekkürler.